Perşembe, Ekim 29, 2015

33 varyasyon -(diabelli varyasyonları)

"büyük bir sanatçı, fırtınalı yaşamıyla resimlere, filmlere konu olmuş büyük bir müzisyen: ludwig van Beethoven ve beethoven’ın dillere destan bir eseriyle, 33 varyasyon’la, ilgilen bir müzikolog, bir akademisyen: dr. katherine brandt. katherine’i new york’tan kalkıp beethoven’ın doğduğu yere, bonn’a getiren ne olabilir?"

moises kaufman’ın yazdığı, iskender altın’ın yönettiği oyunun açıklamasında, katherine brandt'in als hastası olması ve drama dozunun bu denli yüksek olduğundan dem vurulsaydı, izlemeyi tercih etmezdim. temposu beklediğimden daha düşük ve yan hikayenin, ana hikayeden daha çok ön plana çıktığı bir oyundu. sanırım bunda en büyük etken, ipek çeken'in muhteşem oyunculuğu ve erdal küçükkömürcü'nün huysuz bir beethoven tiplemesi çıkarmaya çalışırken, daha çok zorla sahnede tutulan bir oyuncu hoşnutsuzluğu yansıtmasıydı.

picasso'nun las meninas varyasyonlarına sadece bakmak bile sanatçının saplantısını daha net göz önüne sererken, bu oyunun beethoven'ın, anton diabelli valsinin varyasyonları üzerine kurulu olduğu bir detay haline gelmişti. seyirciye bir dehanın saplantısının yansıması bir yana, diabelli'nin valsini açıp dinleme isteği duymama bile sebep olmadağını ancak bunları yazarken fark edebildim.

sahnede, broadway'de 2009 yılında jane fonda'nın canlandırdığı katherine karakterini merak ettirmeyecek bir ipek çeken vardı. devlet tiyatrosunun yıllanmış, memur zihniyetli oyuncuları arasında, kendini rolüne böyle adamış oyuncuları da görmek güzeldi. oyunun yıldızı, ipek çeken'den sonra, bana göre de ışık ve dekordu. oyundan kopulmamasını büyük ölçüde etkileyen bu unsurların kullanımı, alışılmışın dışında ve oldukça başarılıydı. yan rollerin performansları kararındaydı ama özellikle gerta karakteriyle meltem baytok'un sahneye ve rolüne hakimliği gözden kaçmıyordu. sahne ışığı mı, karizma mı denilir buna bilmiyorum ama kendisi ufacık bir rolü bile, akılda kalacak cinsten oynayacak bir oyuncu.

oyundan dikkatimi çeken kısımlar; insanların, etraflarındakilerin hastalıklarından bahsetmekten zevk aldıkları, bu şekilde kendilerini daha sağlıklı hissettikleri vurgusu, beethoven'ın halüsinasyonda "ya çaykovski'yi görseydin!" diyerek katherine'i teselli etmesi ve yıllarca her gün, artık duyamayacağı korkusuyla yaşamak yerine, duyma yetisini kaybettikten sonra araftaki günler bittiği için, bir tür rahatlık yaşadığı ve en güzel bestelerini bundan sonra yapabildiğini anlatmasıydı.

gelgelelim, oyuna damgasını vuran şey, drama dozu yükselmişken, ölmekte olan katherine'in beethoven'la karşılaştığı halüsinayon sahnesinde, telefonu ısrarla çalan bir seyircinin, telefonunu aynı ısrarla susturamaması, görevlinin 2. kez müdahale etmesi ve izleyicinin telefonunun sesini kapatamadığı halde, hem telefonu dışarıya çıkarmalarına izin vermeyip, hem de kendisinin dışarı çıkmayı kabul etmemesiydi.
salonda kopan uğultu ve izleyicinin "inşallah sizin de başınıza gelir." diye söylenirken dışarı çıkartılması, oyuncuların bile dönüp salonu seyretmesine sebep oldu ve maalesef, oyundaki drama yerine salondaki bu komediyle, aslında oyunu vaktinden evvel bitirmiş olduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder